Merhaba;
Sene 1995 idi. O zaman üniversite 3. sınıftaydım. Pek fazla derslerle alakası olmayan aklı 5 karış havada, basketbola delicesine meraklı ve NBA’yi o zamanki kısıtlı olanaklarla ölümüne takip eden biriydim.
O sene şahit olacaklarım belki de üniversite ve eğitim hayatımı değiştirecekti….
1995’in 1 sezon öncesini idolüm MJ basketbolu bırakma ve beyzbol’a yönelme kararını sindirmeye çalışarak geçirmiştim. (Büyük hayal kırıklığıydı benim için)… (No more No:23)
Açıkcası belki de bu yüzden o seneyi NBA 1994 Şampiyonu olan Houston Rockets ‘ a dudak bükerek ve içimden ” Jordan olsaydı o zaman görürdünüz siz” şeklinde söylenerek heba ettim. Pek fazla NBA takip etmedim anlayacağınız…
Onların kazandıkları bu ilk şampiyonluğu gerçekten hiç ciddiye almamıştım. Çünkü Houston, Jordan sonrası büyük ödüle bedavadan konan bir takımdı benim gözümde.
Nasıl olmasın ki? MJ liderliğinde Chicago Bulls üst üste 3 şampiyonlukla ligi domine etmiş olağanüstü bir takımdı.
O sene Micheal Jordan’ın yaşadığı trajedi (Babasının öldürülmesi…) yüzünden basketbolu bırakma kararı ligin tüm dengelerini değiştirmiş ve diğer kalan takımların elini ovuşturmasına yol açmıştı.
Not: Bu olaydan sonra psikolojisi inanılmaz bozulan Michael basketbolu bıraktı ve o dönem babasının hep olmasını istediği beyzbol a başladı.
Neyse konumuza dönelim… Geldik mi 1995 yılına. Benim yine içimde NBA aşkı kabarmış, başladım sezonu takip etmeye. Sezon ilerledikçe favorim Orlando Magic oldu…
Hani şu efsane kadrolarıyla oynayan Orlando Magic. ( Penny Hardaway, Shaq , Nick Anderson, Horace Grant; Darrell Armstrong) Hidayet Türkoğlu’nun oynadığı Magic ile karıştırmayın lütfen…
Adamlar “showtime Lakers” tarzı basketbol oynayarak Doğu Konferansından silindir gibi geliyorlardı.
Batı Konferansında ise favorim; bir önceki senenin şampiyonu Houston “nal topladığı için”; Phoenix Suns’dı. (Herseyi yapan Jordan sonrası mutlak bir yüzük isteyen Charles Barkley önderliğinde iyi de gittiler…)
…Sir Charles Barkley…
Neyse yine uzatmayalım; Doğu’dan beklendiği gibi Orlando Magic finale geldi. Bu beklenendi.
Fakaaaaaat Batı Konferansında olanlar ise gerçekten tam mucize idi.
Önce;
- 6. sıradan play-off kapağı atan Houston ilk turda Utah Jazz ile karşılaşıp zor bela 5. maçta 3-2 ile seriyi geçmeyi başardı. (benden yorum “hahhaayttt çok ucuz kurtuldunuz” )
Sonra;
- Karşılarındaki rakip benim favorim Suns… Seri başladı ve 3-1 yenik duruma düştüler. Ben “eheheh normal tabi” derken acayip şeyler olmaya başladı. Şöyleki;
- Serinin 5. maçı Phoenix’te oynanıyordu ve yenik durumdalardı, seri bitti bitiyor derken maç uzatmaya gitti. Bir şekilde hiç geri adım atmadan uzatmada o maçı kazandılar.. Sonraki maçı da kendi evlerinde kazanarak seriyi 7. ve son maça taşıdılar. Bende yavaş yavaş takdir ile hayranlık arası duygular uyanmaya başlamıştı tabi…
- Son maç yine bayağı “kanlı” geçiyordu ve 7.1 saniye kala Rockets 2 sayı gerideydi. Rudy Tomjanovich’ in aldığı mola sonrası “adamım” Mario Elie’nin; sonrasında ” death kiss” olarak adlandırılacak; 3’lüğü ile maçı kazandılar ve konferans finaline çıktılar.
Bu maç sonrası ben artık kayıtsız şartsız sıkı bir Houston Rockets fanatiği olmuştum bile!!!
Geçen senenin şampiyonu apoleti taşımasına rağmen “underdog” (favori gösterilmeyen takımlar için kullanılan bir terim) olarak geldiği Konferans finalinde San Antonio Spurs’u yine savaşarak yendiler!
Ben artık mest tabi… Düşünsenize finalde bir tarafta o yılın en çok galibiyet alan ve saha avantajını elinde olan Orlando Magic, diğer tarafta geçen senenin şampiyonu ve mucizeler yaratarak 3 sağlam takım eleyen (Utah Jazz, Phoenix Suns, SanAntonio Spurs) Houston Rockets.
Valla açık söyleyim gönlüm sene başında Orlando’dan yana olmasına rağmen kesinlikle Houston’ın kazanmasını ve bu peri masalını mutlu sonla bitirmesini ister olmuştum. (Döneklik mi dersiniz bilmem, ne yapayım… Öyle hissediyordum!!)
Final serisindeki maçlarda oldukça iyi mücadeleler olmasına rağmen Houston seriyi maç vermeden yani Magic’i süpürerek (kritik olan ve uzatmaya giden ilk maçı ve kırılma maçı olan 3. maçı kazanmaları şairaneydi!!!) bitirdiler ve 1995 NBA şampiyonu oldular.
Bu şampiyonluk kadar maç sonu (daha sonra kanserden dolayı hayatını kaybedecek olan) efsanevi koçları Rudy Tomjanovich söylediği o muhteşem söz aklımda / aklımızda kaldı:
“Bu takımın yaptığını daha önce hiçbir takım yapmadı, 6. sıradan geldi, serilerde dezavantajlıydı. Hiç kimse bize inanmıyordu. Bize inanmayanlara sadece şunu söyleyeceğim:”
“Bir Şampiyonun Yüreğini Asla Hafife Almayın!”
…Mr. Rudy Tomjanovich…
Bu şampiyonluk ve sonrasındaki bu söz benim öğrencilik hayatımda da bir dönüm noktası oldu.
Universitede 3. sınıfa geçmiş görünmeme rağmen “muhteşem akademik notlarım” sayesinde okulu 1.5 sene civarında uzatmam neredeyse garantiydi.
Kimse (bazen ben bile) bana inanmazken asla pes etmeyip yaz okulunda ve son sene de aldığım ek derslerle beraber okulumu uzatmadan 4 yılda bitirebilmeyi başardım.
Diplomamı alınca annem ve (özellikle) babama dönerek;
“Asla bir şampiyonun yüreğini hafife alma” demiştim gururla!!
Bana “oğlum, manyak mısın? Ne alaka?” dediler ama olsun!!!
Ha ha ha ha ha haha…..
Asla Pes etmeyin, Asla Vazgeçmeyin…
Tayfun K.
Not: Eğer bana inanmayan varsa buyrun size diplomam…!!!